Saturday 21 September 2013

Roma - İstanbul'un Daha Gelişmiş Versiyonu

Çok uzun zamandan beri gitmek istediğim ama bir türlü gidemediğim bir memleketti Roma. Gitmeye, hatta en az 2 hafta kadar kalıp her yerini görmeye fazlasıyla değer bir memleket. İstanbul gibi, adeta farklı bir ülke, farklı bir uygarlık. Zaten içinde bir ülkeyi de barındırıyor. 550 kişinin yaşadığı, başında 266. papa olan Papa Francis'in olduğu, 0,44 km2 alanıyla dünyanın en küçük ülkesi olan Vatikan'ı da içinde barındıran bir başkent Roma. 

Yaklaşık 150 yıl önce İtalyanlar Roma'yı işgal ettikten sonra papa Roma'dan kaçıyor ve İtalyan kralını afaroz ettiği gibi ülkesini de tanımıyor. Bunun üstüne kral papayla anlaşmak için Vatikan'ı papaya bırakıyor. Bugün herhalde AB ülkeleri içinde sınırları en belirgin olarak ayrılan ülkelerden biri Vatikan. Bağımsız tabii. Askeri gücü 100 askerden oluşan Swiss Guards. Bir de İtalya'nın tahsis ettiği polis gücü. 

Polis gücü demişken aklıma geldi. Roma'da birçok farklı polis teşkilatı gördüm:

Polizia di Stato (İçişleri Bakanlığı'na bağlı)
Arma dei Carabinieri (Savunma Bakanlığı'na bağlı)
Guardia di Finanza (Ekonomi Bakanlığı'na bağlı)
Polizia Penitenziaria (Adalet Bakanlığı'na bağlı)
Corpo Forestale dello Stato (Tarım Bakanlığı ve bölgesel idarelere bağlı)

Yerel polisler ise: 
Poliza Provinciale (Bölge polisleri)
Polizia Municipale (Belediye polisleri)

İlginç geldi bu kadar fazla farklı polis teşkilatının olması. 

Roma'yı İstanbul'a benzetmek gerekirse İstanbul'un her yerinin Sultanahmet ve civarı gibi olması şeklinde bir benzetme yapabilirim sanırım. Bunun temel nedeni nereye baksam tarih, mimari ve sanat var. Bir de çok şaşırdığım, daha fazla da sevindiğim konu kentin her yerinin yemyeşil olmasıydı. Daha şehre girişimizden itibaren böyleydi hem de. Bu kadar yeşil ve tarih dolu bir kent beni hemen kendine aşık etti ve en güzel şehirler sıralamamda ikinci sırdan giriş yaptı listeme (Köln 3. sıraya indi). Bazı şehirlerin ruhu olur. Bazısı ise ruhsuzdur. Herşeyi vardır da bir tek ruhu eksiktir. Dubai bu tür şehirlere bir örnek olabilir. Roma ise İstanbul gibi ruhu olan bir şehir.

Kentte çok fazla turist var. Yalnız Eylül ayında bu kadar turist varken yaz aylarındaki durumu düşünmek bile istemiyorum. Gideceklere tavsiyem, Haziran-Ağustos dışındaki herhangi bir zaman gidin, bu aralıkta değil :)

Yeni bir ülkeye, daha önce gitmemiş olduğunuz bir şehre gideceğiniz zaman önceden araştırma yapıp görülmesi gereken yerleri öğrenir insan. Sonra da oraları görüp, biraz daha gece eğlenip döner. Bense bundan daha fazlasını seviyorum. Evet, Roma'ya kadar gitmişken Vatikan'a gitmek, St. Peter Bazilikası'nı  görmemek olmaz. Ya da Vatikan Müzeleri'ni. Ya da Pantheon'u. Ya da Roma Forumu'nu. Ya da Kolezyum'u... Yalnız ben bir yandan da oradaki hayatı görmeyi severim. Ara sokaklara girip oralarda ne olduğunu görmek. Keşfetmek şehri. Ruhunu incelemek biraz belki de. Şehrin ruhunu zaten böyle gezilerde görebilirsiniz. En ünlü yerleri gezerken değil. 

Roma'nın tarihi bölgesinde çok güzel, nispeten düzensiz, kimisi çok dar, kimisi geniş diyebileceğimiz sokaklar var. Bu sokaklardan gece yürürken pek çok görüntüye denk geliyor insan. Pinokyo'nun yerini böyle bir yürüyüş sırasında öğrendim mesela. Devamında Pantheon'u gördüm. Müthiş görkemli bir yapı. Tepesindeki boşluk cennete açılan bir kapı izlenimi veriyor görende. Antik dönemden yıkılmamış pagan tapınaklarından biri. Bizim Ayasofya gibi. Kiliseye çevrildiği için yıkılmamış ve günümüze kadar sağlam kalabilmiş birkaç restorasyondan sonra. 

Şehir, oldukça eski bir yapılanma olmasına rağmen, geniş yolllara sahip. Otopark sıkıntısı olduğu için her yer otopark gibi. Dört gidiş dört gelişli yol düşünün. Kaldırımın hemen yanında, arka arkaya, tek sıra park etmiş araçların yanında bir şerit yol var. Yanyol gibi. Onun yanında yine tek sıra park etmiş araçlar ve ikinci bir kaldırım. Bu kaldırımın üstünde hemen diğer yanındaki toplu taşıma otobüslerinin durakları var. Bu şeride sadece otobüsler ve taksiler girebiliyor. Onların yanında da transit geçmek isteyen araçlar için ayrı bir şerit. Diğer tarafta da bunun simetriği olacak şekilde uzayan yol. Dünya üzerinde kullandığımız, şehircilik anlamındaki, yol genişlikleri gibi birçok konuda standartların yaratıcısı Roma oldukça düzenliydi.Yolda giderken yanınızdan vızır vızır motosikletler geçtiği gibi tek sıra park edilen yere dikine park etmiş Smart görme ihtimaliniz de oldukça yüksek. Ufak arabalar şehrin trafik sorununun çözümü olmuş resmen.

Dondurmasıyla ünlü bu kentte dondurma yemeden dönülmez deyip en az 3-4 farklı yerden dondurma yemek lazım. Yalnız dondurmacı derken birden fazla şubesi olanlardan ziyade ara sokaklarda olanlardan seçmek lazım. Vatikan Müzeleri'nden aşağı doğru inip karşıya geçtikten sonra önce sağ sonra sola dönünce 50m sonra bir dondurmacı var. Şimdiye kadar yediğim en iyi dondurmacı diyebilirim. Önünde akşam olsa da 20-30 kişilik bir kuyruk oluyor. Girip almak lazım. Öyle ufak değil, büyük bir dondurma. 

Gitmeden önce dinleyerek İtalyanca öğrenme sırasında İtalyan tatlılarından tatmadan dönmeyin diyordu. Gidince tabii bu tatlıları denemek lazım. Bazıları şölen tatlısı gibi bu tatlılar gerçekten de övüldükleri kadar var. Her yerde yenebilir. 

Makarnalarıyla ünlü bu kentte makarnayı ve pizzayı farklı mekanlarda yemek lazım. Şimdiye kadar yediğim en iyi makarnayı da Fettucini Alfredo'da (Il Vero Alfredo) yedim. Biraz yağlı gelebilir ama ana neden içindeki parmesanın yağıdır. Tadı enfes. İkinci tabağı isteyebilir insan kolaylıkla. Pizza konusunda da Monte Carlo denen bir yerde yediğim pizza güzeldi. En iyi değildi ama. Memleketin en güzel yanlarından biri sayısız alternatifinizin olması. Her yerde farklı mekanlar denenebilir. 

Meydanları, yani Piazza'ları ile ünlü bu kentte Piazzalardan bahsetmeden geçmek de olmaz. Aslında bu Piazzalar ayrı bir yazı konusu bile olabilecek kadar geniş bir alan. Mesela Piazza Navano şöyle güzel bir öğleden sonra geçirmek için ideal yerlerden biri. Meydandaki sayısız sanatçı/artist/ressam yeteneklerini sergiliyorken diğer yandan meydandaki üç farklı çeşme de buradaki sanata hayran kalarak izlenebilir. Bu çeşmelerin her birinin de ayrı bir hikayesi var tabii ki. 

Leonardo da Vinci en beğendiğim sanatçı/mühendis/ressamlardan biri olmasına rağmen kentte kendisine ait pek bir esere denk gelemedim. Bu eserleri isteyenler Son Yemek için Milano'ya, diğer eslerinin birçoğu için ise Floransa'ya gitmeli. Onlar da gidilecek yerler listemde. 

Roma hakkındaki yazılarımın ilkinin sonuna geldim. Birkaç fotoğrafla desteklemek lazım tabii. Devamını merak edenler diğer gelecek yazılara bakabilir..

No comments:

Post a Comment