Sunday 16 August 2015

Heykeller Diyarı Üsküp

Merkezi kilise olan şehir yapılanması: Şehrin ortasından geçen bir nehir. Nehrin genelde batısı daha gelişmiş, doğusu daha az gelişmiş olur. Batısı daha çok işyerleri dolu, doğusu daha yerleşim bölgesi. Nehrin hemen yanında bir kilise. Kilisenin bir yanı nehir ya, diğer yanı ise yarım çemberler halinde üst üste sarmal halinde büyüyen bir yapı. Bu yarım çemberlerin belli noktalarından da dikine, doğrudan kiliseye çıkan caddeler, bulvarlar. İşte Üsküp böyle bir yer. Tek farkla: O merkezde kilise yok, meydan var. Şehrin meydanı, Makedonya Meydanı. İskender'in devasa heykelinin olduğu bir meydan.

İskender'in hemen arkasında Skopsko (Скопско) marka biranın reklamı. İster istemez tüm fotoğrafların içine giren bir reklam. Nasıl izin verilmiş derseniz, ben de bilmiyorum.

Oradaki arkadaşımla sohbet ederken anlattı. "Bir yaz yoktum. Geldiğimde şehrimi tanıyamadım!" dedi. Nedenini meydanda gezerken anlıyor insan. Sade ve sakin bir memleket olmaktan Heykeller Diyarı olarak adlandırılabilecek bir şehir ortaya çıkarmışlar. Şehrin merkezi olan Makedonya Meydanı'nda en başta Büyük İskender ve babası II. Filip olmak üzere tarihlerinden birçok önemli şahsiyetin, papazın, askerin heykelleri ile donatılmıştı meydan. 

Şehrin meydanı da diğer bir çok yeri gibi inşaat halindeydi. Hemen meydanda iki dev gibi büyük inşaat vardı. Biri beş yıldızlı bir otel olacaktı. Biraz etrafa bakınca diğer büyük binalardan da otel olanları görebiliyorduk. Bir nevi şehrin en önemli yeri otellerle çevriliyordu. Meydanın kendisi de inşaat halinde, etrafı yüksek bariyerlerle çevrili olduğundan, görünmüyordu iç taraf. Halbuki bazı büyük organizasyonlar dahi burada yapılıyordu fotoğraflardan gördüğümüz kadarıyla. 

Büyük İskender, yani Alekander Veliki, memleketin her yerindeydi. Veliki aslında Sırpça bir kelime olmasına rağmen Makedonca kullanılan Golem kelimesi İngilizce'deki big (büyük) anlamına geldiği için onlar great (harika, muhteşem) anlamına gelen Veliki'yi kullanmayı tercih etmişler. Hatta Büyük İskender üzerine Yunanistan ile anlaşmazlıkları dahi var. Büyük İskender'i hep Makedonyalı olarak bilirdim. Fakat Yunanlar doğum yeri o zamanki Makedonya sınırları içinde olmasına rağmen bugün Yunanistan sınırlarında olduğu için Büyük İskender'in Yunan olduğunu savunuyormuş. Wikipedia İngilizce versiyonda da ''Makedon'un Eski Yunan Krallığı'' olarak geçiyor başında olduğu imparatorluğun adı. Zaten tarihle ilgili bilinenler bilinmeyenlerden çok daha az olduğu için bu konuyu da tarihe bırakıp geçelim Üsküp'e tekrar. 

Dediğim gibi, heykeller diyarıydı memleket. Bunun nedeni sadece Büyük İskender, babası II. Filip ve diğer devlet ve din büyüklerinin heykelleri değildi. Eski olan Taş Köprü'nün yanına iki köprü daha yapılmıştı. Birinde yine tarihlerinden çeşitli figürlerin heykelleri varken diğerinde sanatçı, şair, yazar, müzisyen, ressam gibi çeşitli sanatçıların heykelleri vardı. Aralarında hiç kadın heykeli yoktu. Sadece erkek heykellerinden oluşan bir köprüydü bu.

Şehrin meydan tarafında daha çok işyerleri var gibiydi. Bir çok otel ve kafe ve restoran ve her türlü işkoluna ait dükkanlar, mağazalar. Meydana çıkan yollardan birinin diğer ucunda zamanında yaşadıkları çok şiddetli depremden sonra durmuş olan saatin bulunduğu bir bina Eski Tren İstasyonu, şimdilerde Üsküp Şehir Müzesi var. Saat 05.17'de durmuş ve deprem anısı olarak binayla birlikte korunmuş. Biraz daha geride ise Rahibe Teresa'nın evi var. Yalnız evin gerçekten de Rahibe Teresa'ya ait olduğuna dair şüphelerim var. Çünkü görünüş itibariyle mütevazilikten oldukça uzak. Anlayamadığımız bir nedenle içine giremedik evin. Dışarıdan oldukça farklı ve modern bir görünüşü vardı evin.

Rahibe Teresa ya da Azize Teresa belki de memlekette İskender'den sonra en çok önemsenen ve kutsanan tarihi şahsiyetleri. Pek çok yerde Rahibe Teresa'ya dair atıflar bulmak mümkün. Hatta şehrin biraz ötesinde bir tepeye yaptırılan devasa haç da yine Rahibe Teresa için yaptırılmış. Müslüman nüfusun ciddi karşı çıkmalarına rağmen haç yaptırılmış. Gece güzel bir manzarası var. Kaldığımız evin terasından çok güzel görünüyordu.

Nehrin diğer tarafında ise Osmanlı döneminden kalan Eski Çarşı var. Mimarisinden de anlaşılabileceği gibi bu kısım biraz daha Anadolu kasabalarından birinde izlenimi veriyordu. Fotoğraf çekmek, yemek yemek, hediyelik alışveriş ve Türkçe yardım ihtiyacı için bulunmaz bir bölge. Gidilmesi gerek. Camisinde namaz kılan, dua eden insanları sürekli görmek mümkün. Nispeten dar sokaklardan oluşan bu bölgede şehirdeki birçok tarihi yapı da bulunuyor. Davut Paşa Hamamı sergi galerisine dönüştürülmüş olarak yine bu kısımda bulunuyor. Daha farklı yapılar da yine bu kısımda görülebilir.

Bir kente gittiğim zaman, oraya dair birşeyler yapmayı seviyorum. Üsküp denince de akla diğer Balkan memleketlerinde olduğu gibi Kafana geliyor. Yani bizim tabirimizle meyhane. Oralı arkadaşlar bir kafanada rezervasyon yaptırınca bulması biraz zor da olsa gittik. Ahşap tek katlı olan bu kafanada uzun bir masa bizimdi. Canlı müzik yapan grup gece boyunca her masaya birkaç şarkı olmak üzere şarkılar söyledi. İstekler alındı. Tüm şarkılar çalındı. Balkan müziklerini dinleyen bilir, müthiş heyecanlı, kimi zaman depresif, ama yine de eğlenceli ve coşturan şarkılardan oluşur. Kökenini bilmeme rağmen aklıma Ederlezi geldi. Hani Goran Bregoviç'ten defalarca dinlediğimiz şarkı var ya, işte o. Daha birçok farklı yorumu da var Ederlezi'nin. Ben kendi telaffuzumla söylediğimde ilk anda anlamadılar tabii ki. Fakat Makedon arkadaşlardan biri söyleyince tamam deyip başladılar çalmaya. Aslında Sırp şarkısı olan Ederlezi'yi istemek çok da hoşlarına gitmese de kırmadılar beni. Bu ayrıntıyı sonradan öğrendim. Yolculuğumun en güzel anları sanırım o şarkıyı canlı canlı kafanada rakiya içerken dinlediğimde yaşadığım anlardı. Çevredeki insanların da eşlik etmesiyle müthiş güzel bir gece oldu. İsteyen istediği şarkıyı istek yaptı. Grup da o şarkıyı çaldı. Unutulmaz bir gece oldu benim için. Sonrasında da bir gece kulübüne geçtik ve eğlenceye orada devam ettik.

Kentleri değerli ve unutulmaz kılan etmenlerden biri de oranın insanlarıyla olan dialoglardır bence. Oranın insanı ile yaşanan deneyimler. Kafanayı bulmaya çalışırken haritadaki yerini tam anlayamayınca sokaktan birine sordum. Yanındaki arkadaşı ışıklardan karşıya geçmesine rağmen o bize yardımcı olmak için bekledi. Önce haritaya baktı. Sonra etrafına ve nerede olduğumuza. Gitmemiz gereken yeri tam anlamıyla anladığımızdan emin olduktan sonra arkadaşına yetişmek için peşinden koşmaya başladı. İşte o anda insanlara yardımcı olmanın ne müthşi bir deneyim olduğunu bir kere daha anladım. Hele de dilini bilmediğin insanların memleketinde, İngilizce olarak anlaşmaya çalıştığında.

Üsküp bence görülesi Balkan memleketlerinden biri. İki ya da üç günde gezilebilir. Balkanların havasının tadılabileceği güzel memleketlerden ilk sıralarda geliyor denebilir.

No comments:

Post a Comment